Yapanlar, Bakanlar, Yıkanlar

Bir Organizasyonun Kaderini Belirleyen Üç Farklı Karakter Tipi

Her iş ortamında, her toplum yapısında ve her tarihi süreçte üç temel karakter tipi öne çıkar: yapanlar, bakanlar ve yıkanlar. Bu üçlü yapı; üretkenliği, durağanlığı ve yıkıcılığı temsil eder. Başarı hikâyeleri, bu karakterlerin hangi oranda ve hangi rolde sahne aldığıyla şekillenir. Ve ne yazık ki çoğu zaman, görünmeyen bu karakter farklılıkları, şirketlerin kaderini sessizce belirler. Bu yazıda bu üç karakterin iş hayatındaki yansımalarını derinlemesine analiz ediyoruz.

Yapanlar

Her organizasyonun bel kemiğidir. Onlar fikirle yola çıkar, risk alır, belirsizlikte adım atar ve sistemi kurarlar. Henüz ortada bir yapı yokken onlar inşa etmeye başlar. Herkes neden olmayacağını tartışırken, onlar nasıl yapılacağını düşünür. Zihinsel yapıları çözüm odaklıdır; sorun gördüklerinde geri çekilmek yerine inisiyatif alırlar. Konfor alanını terk etmekten çekinmezler, çünkü güvenlikten çok ilerlemeyi önemserler. Girişim dünyasında MVP’yi (minimum uygulanabilir ürün) çıkaran, ilk müşteriyle konuşan, kod yazıp sunum yapan, yani her detayı omuzlayanlar onlardır. Kurumsal yapılarda, yeni ürün geliştiren, dijitalleşmeyi başlatan ya da iş süreçlerini yeniden yapılandıran kişiler genellikle yapan karakterdir. KOBİ’lerde ise, çoğunlukla kurucunun vizyonunu taşıyan sağ kol rolündedirler; satın alma, satış, lojistik ve müşteri ilişkileri gibi farklı alanlarda çok yönlü sorumluluk üstlenirler.

Kriz anı, yapan karakterin asıl gücünü ortaya çıkarır. Diğerleri şok hâlindeyken, onlar çözüm arar. Suçlu değil, yol haritası bulmaya çalışırlar. Kaynak azaldığında, ne eksik olduğuna değil, kalanla ne yapılabileceğine odaklanırlar. Yönetimin sustuğu anlarda ekipleri motive eder, yön bulur. Başarıya ulaştıklarında ise durmazlar. Onlar için başarı bir sonuç değil, yeni başlangıçların ilhamıdır. Gururlanırlar ama kibirlenmezler. Takdir edilseler de gösterişten kaçınırlar. Bu yüzden bıraktıkları iz kalıcıdır. Çünkü amaçları övgü değil, üretimdir.

Yapan karakterler şirket kültürüne değer, hız, güven ve sorumluluk duygusu katar. Yeni gelen çalışanlara rol model olurlar, işlerin sahipsiz kalmamasını sağlarlar. Yalnızca üretmekle kalmaz, başkalarının da üretmesini sağlarlar. Ancak bu karakterlerin korunmadığı ortamlarda, çok ciddi tehlikeler ortaya çıkar. Eğer bir şirkette yapmayanlar alkışlanıyor, bakanlar terfi ediyor, yıkanlar ödüllendiriliyorsa; yapanlar ya sessizleşir ya da o yapıyı terk eder. Bu nedenle, yapan insanı tanımak, desteklemek ve yıpratmamak bir yöneticinin en önemli görevlerinden biridir.

Bakanlar

İkinci karakterimiz olan bakanlar, üretkenliğin zıttı değilse de, onun yavaşlatıcısıdır. Bu insanlar genellikle sistemin dışında kalır ama sistemi en çok eleştirenlerdir. Ellerini taşın altına koymazlar ama fikir beyan etmekte son derece aktiftirler. Zekidirler, kelime dağarcıkları geniştir, ama bu zekâyı çözüm üretmeye değil, var olanı çürütmeye harcarlar. Görev almak yerine yorum yapmayı, sorumluluk almak yerine sorumluluk atamayı tercih ederler. Startuplarda vizyonu “gerçekçi değil” diyerek kıran, “garantili işe bak” diyerek kurucunun cesaretini söndüren genellikle bu profildir. Kurumsal yapılarda ise yıllardır aynı şeyi yaptıkları için her yeniliğe karşı çıkar, statükoyu savunur. KOBİ’lerde ise çoğunlukla “akıl veren ama iş yapmayan” pozisyonda bulunurlar.

Kriz zamanlarında en çok sesi çıkan ama en az sorumluluk alanlar yine bakanlardır. Sürekli toplantılar yapar ama somut kararlar alamazlar. Risk almak istemedikleri için hep “bekleyip görelim” derler. Yapıcı olmak yerine "yapanın açığını" yakalamaya odaklanırlar. Başarı ortaya çıktığında ise onu sahiplenmeye çalışır, hatta “zaten ben de öyle diyordum” gibi ifadelerle başarıyı kendilerine mal etmeye çabalarlar. Oysa bu pasif-agresif yapıları, ekip ruhunu zedeler ve motivasyonu düşürür.

Bu karakterlerin şirket kültürüne etkisi yavaş ama sinsi olur. İşler gecikir, inisiyatif alınmaz, cesaret azalır. Yeni gelenler “fazla aktif” olduğu için eleştirilir, pasiflik norm hâline gelir. “Biz burada böyle yapmayız” cümlesiyle dinamizm bastırılır. Hesap sorulmayan, başarı ölçülmeyen, kıdemin liyakatin önüne geçtiği ortamlarda bakanlar hızla çoğalır. Çünkü burada risk almak gerekmez, üretmeden de hayatta kalınabilir. Ancak bu sürdürülebilir değildir. Yapanlar tükenir, yıkanlar cesaret bulur ve şirket yerinde sayar. Bu nedenle yöneticilerin şu soruları düzenli olarak kendilerine sormaları gerekir: “Bu kişi ne üretiyor?”, “Eleştirdiği konulara çözüm sundu mu?”, “Kendiliğinden hangi sorumluluğu aldı?”, “Toplantılarda mı aktif, sahada mı?”

Yıkanlar

Ve geldik en tehlikeli yapıya: yıkanlar. Bu karakterler, başkasının inşa ettiğini kıskanan, üretmek yerine engelleyen ve bozmaktan haz alan kişilerdir. Onlar için başarı tehdit oluşturur. Çünkü başkalarının başarısı, kendi yetersizliklerini görünür kılar. Bu yüzden takdir etmez, eleştirir; desteklemez, baltalarlar. Psikolojik altyapılarında kıyas, haset ve aşağılık duygusu vardır. Zeki olabilirler, ama vicdanları zayıftır. Sadece kendileri parlamıyorsa, tüm ışıkları söndürmek isterler.

Ticari hayatta bu karakteri tespit etmek zordur çünkü çoğunlukla dolaylı çalışırlar. Kulis yaparlar, dedikodu üretirler, üst yönetime ima yoluyla negatif mesajlar iletirler. Çalışanlar arasında fitne üretir, ekip içi güveni bozarlar. “X çok iyi ama fazla parlıyor” gibi cümlelerle övgü kisvesi altında kıskançlık kusarlar. Startuplarda başarısızlık için pusuda beklerler. “Ben zaten biliyordum olmayacağını” diyebilmek için umut kırarlar. Kriz anlarını bir fırsat olarak görürler, çözüm değil, kaos üretirler.

Yıkanların olduğu ortamda takım çalışması zayıflar, güven azalır, şeffaflık kaybolur. Başarılı insanlar ya sessizleşir ya da şirketten ayrılır. Ve en tehlikelisi: yapılan her şey, bir şekilde sabote edileceği endişesiyle yapılmamaya başlar. Bu karakterler genellikle denetlenmeyen, performans ölçümü yapılmayan, kişiye göre değişen adalet sisteminin hâkim olduğu yapılarda çoğalırlar. Bu yüzden mücadele etmek için önce onları görünür kılmak gerekir. Ekip içi güven azalıyor mu? Başarılı insanlar sessizleşiyor mu? Üretim değil, şüphe mi artıyor? Bu sorulara “evet” cevabı veriliyorsa, görünmeyen bir yıkım süreci başlamış demektir.

Karakterler birbirini etkiler. Yapanlar güçlü bir kültür kurmazsa bakanlar çoğalır. Bakanlar çoğaldığında yıkanlar cesaret bulur. Yıkanlara alan açıldığında ise yapanlar ortamı terk eder. Bu yüzden bir yöneticinin ya da bir liderin en büyük sorumluluğu; doğru karakterleri seçmek, üretken yapıları korumak ve organizasyonun ruhunu zedeleyen yapıları dönüştürmektir. Yani sadece iyi ekipler değil, doğru karakterler kazandırmak gerekir.

Kitap Önerisi

Ego Is the Enemy (Ego Düşmandır) – Ryan Holiday
“Gerçek başarı, dış dünyayı değil önce iç dünyayı yönetmekle başlar.”

Bu cümle, Ryan Holiday’nin kaleme aldığı Ego Is the Enemy kitabının ruhunu özetler.
Holiday, tarih boyunca büyük başarılara imza atmış ama ego yüzünden ya yükselmeleri duran ya da çöküşe geçen birçok insanın hikâyesini sade ama çarpıcı bir dille anlatıyor. Julius Caesar’dan Howard Hughes’a, Angela Merkel’den George Marshall’a kadar örneklerle; neyin "sessiz güç" olduğunu, neyin "gürültülü zaaf" olduğunu anlatıyor.

Yapanlar, bakanlar ve yıkanlar üzerine kurduğumuz bu yazıda, her karakterin arkasında bir içsel motivasyon (veya zaaf) var. Holiday’nin kitabı, işte tam da bu iç motivasyonları teşhis ve tedavi eden bir reçete gibi okunabilir.

  1. Yapanlar için:
    Kitap, yapan insanların neden çoğu zaman sessiz olduğunu, övgü yerine üretimi tercih ettiklerini anlatır. Holiday, gerçek üretkenliğin ve liderliğin egoyu bastıran bir zihinden doğduğunu söyler.
    Yapanlar için kitap bir aynadır: “Yapmaya devam et ama kendine fazla bağlanma, işe odaklan.”
  2. Bakanlar için:
    Bakan karakter genellikle egosunu bilgi ve laf üretimiyle tatmin eder. Ancak eylemsizlik içindeki ego, en tehlikeli türdür. Kitap, başarıyı uzaktan izleyen ama ona emek vermeyen insanlarda egonun nasıl pasif bir duvara dönüştüğünü gösterir.
    Bakanlar bu kitabı okursa, neden durdukları yerde bile yük olduklarını fark edebilirler.
  3. Yıkanlar için:
    Yıkan karakterin en büyük sorunu egosunun kırılganlığıdır. Başkasının parlaması onun içini yakar çünkü bu, kendi eksikliğini görünür kılar. Holiday, kıskançlıkla yıkıcılık arasında ince bir bağ kurar ve şunu söyler:
    “Kibir, özgüven gibi görünür ama özünde korkudur.”
    Yıkanlar bu kitapta kendilerini görebilir – eğer görmek isterlerse.

Kitaptan Dikkat Çekici Alıntılar:
• “Ego ne zaman içeri girerse, öğrenme dışarı çıkar.”
• “Her zirvede bir kibir, her çöküşte bir ego vardır.”
• “Egonun olduğu yerde iş birliği ölür. Çünkü ego, başkalarının varlığına tahammül edemez.”

"Başarının önündeki en büyük engel senin egondur."
Ego; seni olduğundan daha fazlasıymışsın gibi gösterir. Başarının senin doğal hakkın olduğunu düşündürür. Başarısızlıklarını ise başkalarının suçu gibi gösterir. Oysa gerçek liderlik, kendini aştığın anda başlar.
Tarihten örneklerle egonun nasıl yıkıcı bir güç olduğunu anlatan bu kitap, hem yükseliş hem de düşüş anlarında insanın kendini yönetmesinin ne kadar önemli olduğunu vurguluyor.

Kimler İçin Uygun?
• Ekip yöneten liderler,
• Kendi iç yolculuğunu önemseyen girişimciler,
• Başarının sadece sonuç değil bir karakter meselesi olduğunu anlayan profesyoneller,
• Yapan karakterleri korumak, bakan ve yıkan karakterleri dönüştürmek isteyen yöneticiler…

Ego Is the Enemy, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; ticari hayatta karakterleri, ekip içi ilişkileri ve liderliğin özünü anlayabilmek için güçlü bir pusula.
Bu yazıyı okuyan herkesin – hangi karaktere ait olursa olsun – kendi içindeki “ego” ile yüzleşmesi için aslında bir ayna.

Sonuç

Her şirketin bir karakteri vardır. Şirketlerin karakteri; sahiplerine, yöneticilerine ve çalışanlarına göre şekillenir. Bir toplumun yükselişi, bütçelerle değil, bireylerin değerleriyle başlar.
Yapanlar, geleceği kurar. Bakanlar, bugünü meşgul eder. Yıkanlar ise geçmişin hayaletleri gibi ilerlemenin önünü keser.

Bu üç karakter her ortamda vardır. Ama önemli olan hangisine alan açıldığı, hangisinin desteklendiğidir. Bugün bir yöneticiyseniz, ekibinize sadece ne yaptıklarını değil, nasıl insanlar olduklarını sorun. Bir girişimciyseniz, iş fikriniz kadar etrafınızdaki karakterleri de analiz edin. Bir çalışan, bir dost, bir aile büyüğüyseniz; hangi karakterin çocuklara örnek olduğunu gözlemleyin. Çünkü her karar, bir karakteri büyütür. Ya yapanları koruruz, ya bakanları ödüllendirir, ya da yıkanlara alan açarız.

 

Metin KILIÇ
Vizyoniva.com